24 Nisan 2012 Salı

ne güzel bir hayaldin sen sabri kaliç

kendini prens sanan kurbağa (2000)

dün evden çıkarken son anda ipod'umun şarjının uzun zaman önce bittiğini ve yine uzun zamandır çantamda okuyacak bir şeyler olmadığını hatırladım. son bir kaç haftadır kafam çok dağınık ve bir o kadar da karışık olduğu için, bir süredir otobüste camdan dışarı bakıyormuş gibi yapıyordum. en sevdiğim 3 dakikalık parçalarda bile ölümüne sıkılıyordum. hoş hala sıkılıyorum, ama sıkı can tam annelik, çıkmıyor. kitap okumak da haliyle işkence gibi geliyordu. sadece üçüncü, beşinci kez izlediğim filmleri ve dizileri izleyebiliyordum. onların da en yormayanını elbette. böyle bir ruh halindeyken, raftan bir kitap almaya karar verdim. yine yormayacağını bildiğim, daha önce okumuş ve unutmuş olduğum bir kitaptı aradığım. elime kendini prens sanan kurbağa geldi. galatasarayda'yken elifcan'dan aldım sanırım ya da o önermiştir ben kitapçıdan almışımdır, şimdi hatırlamıyorum. kadıköy'den levent'e gidip yine aynı yere geri dönmem gerekiyordu. vapur-otobüs-otobüs-vapur'da okudum. bir de baktım yüz küsür sayfa okumuşum bile. bugün yine bir otobüs yolculuğu yaptım otuz-kırk dakika ve kitap bitiverdi. 

sine-roman demiş sabri kaliç, bence deneysel kısa öykü. başlangıçta casting vermiş. yan karakterler dahil herkesi biriyle eşleştirmiş. gayet gereksiz bir bölüm olmuş. ilki onları zaten akılda tutmak ve yeri geldiğinde eşleştirmeye çalışmak yorucu ve kitap okumaya ters. benim kafamdaki aslı, leyla ile mecnun'daki sedef'e benziyordu mesela. hayır sabri kaliç, oldu olacak düşündüğün mekanın, hatta mümkünse sahnenin fotoğrafını da koysaydın. a hatta ilkokulda falan defterlerin bir köşesine hareket eden çöpadamlar çizerdim, onun gibi yapabilirdin, tam sine-roman olurdu. sessiz sine-roman. ana hikaye güzel gidiyordu, güzel bitemedi. yan hikayeler gayet eğlenceliydi, onlar da pek kısaydı. genç adam ya da birinci tekil şahsımız gayet güzel bir karakter olmuş fakat onun da biraz daha cisimleşmeye ihtiyacı vardı bence. 

ama anlatımın üçüncü tekil şahıs ile birinci tekil şahıs arasında gidip gelmesi, sine-roman etkisinden ziyade, bu olayın içine girene kadar okucuyu (benim burda evet) düşündüren, eğlenci bir egzersiz olmuş. ama ona da tam alışmışken kitap bitiverdi. 

sabri kaliç, buradan sana sesleniyorum, diğer kitaplarını okumadım, zaten çoğu çeviriymiş. ama böyle bir kitap yazman gerekiyor, ben böyle bir kitap daha okumak isterim. biliyorum, insanlar da okumak ister. hayır, ben yazarsam şimdi "taklit" derler, "her taklit orijinaliteyi barındırır" demez kimse, o yüzden sen yaz lütfen de okuyalım. ama bu sefer hikaye kurgusu daha başarılı olsun ki kitabın tadından yenmesin. bak ismini bile buldum kitabın: kendini kurbağa sanan prens. (sonuna noktayı da koyalım ama.)

hi bir de yoğurtlu spagetti aşkına, küçük kırmızı balık değil o sabri kaliç! bilerek yaptıysan hiç komik değil, bilmeyerek yaptıysan, sana bir soru işareti ve bir ünlem gönderiyorum: ?!

Hiç yorum yok: